C SINIFI
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 24.000.000 hane bulunuyor ve bu hanelerin de önemli bir bölümü çekirdek aile (yüzde 65). Türkiye’de ikinci yaygın hane türü de gittikçe büyüyen tek kişilik haneler, bu haneler bugün toplam yapının yüzde 17’sini oluşturuyor. Üçüncü yaygın yapı da geniş aileler (yüzde 15). Geri kalan yüzde 3 de farklı aile türlerinden oluşuyor.
Bu hane yapısı
içinde Türkiye’de bulunan en geniş sosyo-ekonomik sınıf da toplumun yüzde
51’ini oluşturan C sınıfı (orta sınıf yüzde 22 ve orta alt sınıf da yüzde 29)
ve bu sınıfta 12.250.000’e yakın hane bulunuyor.
Bugün C sınıfını
toplum geri kalan kesiminden ayıran birkaç önemli özellik bulunuyor.
Bunlardan
birincisi bu hanelerin kendi ekonomik durumları ile ilgili yaptığı
değerlendirme. Toplumun genelinde son iki yıldır karamsar bir ruh halinin
egemen olduğunu biliyoruz ve toplumun çoğunluğu gelecek on iki ay içinde kendi
hane gelirlerinin daha da kötüye gitmesini bekliyor ve C sınıfı da toplumun
yarısını oluşturduğu için bu sınıf da benzer bir ruh halini taşıyor. Ancak, bu
sınıf ile toplumun genelindeki karamsarlığın yayılma ivmesi aynı değil. Karamsarlık
C sınıfında toplumun geneline göre tam iki kat ivme ile yayılıyor.
Bunun yanı sıra,
gelecek ile ilgili beklentilerin dışında C sınıfı çok önemli ölçüde
farklılaşmasa da borçlarını ödeyememe ve işsizlik ile ilgili endişelerini
toplumdan biraz daha yoğun bir şekilde yaşıyor. Borçlarını ödeyememe ve
işsizlik kaygısı bugün toplumda belli bir sınıfa ait olmayan, genel bir endişe
kaynağı.
Ancak, ekonomik
kriz algısı bundan daha farklı bir noktada bulunuyor ve C sınıfı ekonomik
krizin varlığını daha çok kabulleniyor ve bunu yaşıyor. İşte tam da bu nedenle
hanenin borçları ve işsizlik korkusu bu sınıfta daha yoğun hissediliyor.
Peki, sosyo-ekonomik sınıf bir toplumu doğru okumak için doğru bir anahtar mıdır, yeterli bir anahtar mıdır?
Benim bu soruya
yanıtım net bir şekilde “hayır”. Bunun birkaç nedeni var.
Öncelikle,
sosyo-ekonomik sınıf tanımlamasının ardında bir önerme var; bu önermeye göre “Türkiye’de
bir kişinin sosyo-ekonomik sınıfını içinde yaşadığı hanede eve en çok getir
getiren kişinin mesleği ve eğitim düzeyi belirler”. Ancak, Türkiye gibi gelir dağılımın eşitsiz bir
şekilde yapılandığı ve hızla adaletsizleştiği ve üstüne üstlük gelir ile eğitim
düzeyi arasında çarpık bir ilişki bulunan bir toplumda bu iki değişken kişinin
sosyo-ekonomik sınıfını tanımlayamaz, olsa olsa sosyal statüsünü belirleyebilir.
Konunun ekonomik sınıf boyutu açıkta kalır. Üstüne üstlük, bu tür bir önerme sosyal
mobilite gerçeğine de kapalıdır; bireyin statüsü kendisi bir hane sahibi olana
kadar içinde yaşadığı hane tarafından belirlenmektedir. Dolaysıyla, bugün
bireylerin sosyo-ekonomik sınıfını belirleyen resmi anahtar bize bireylerin sosyal
konumunu tanımlamaktadır, konunun ekonomik boyutu tanımsızdır.
Konunun bu boyuttaki
eksikliğini gidermek için hemen her araştırma şirketi meseleye farklı
değişkenleri eklemekte ve bireyleri daha doğru bir sosyo-ekonomik statüye
kavuşturmaya çalışmaktadır. Bazı şirketler hayat tarzına bakarken, bazıları
eşya/ konut/ araba sahipliğine bakmakta, kimileri de bireyin nerede
yaşadığından yola çıkarak ekonomik tahminlemelerde bulunmaya çalışmaktadır. Ancak,
buradaki sorun her şirket kendi içinde bir tanımlama geliştirdiği için
araştırmalar arası tanımlamaların bir noktadan sonra araştırma verene yanlış
bilgi verme riski taşımasıdır. Bir araştırma şirketi için B sosyo-ekonomik
statüde olan bir hane bir başka araştırma şirketi tarafından C1 statüsünde ise
bu çalışmaları sınıfsal bazda kıyaslamak araştırma veren için anlamlı
olmayacaktır.
Üçüncü ve daha
az önemli olan husus elimizde bulunan resmi sosyo-ekonomik sınıf tanımlamasının
ve sınıfların toplumdaki dağılımının yaklaşık sekiz yıllık bir referansının
olmasıdır. Türkiye Araştırmacılar Derneği tarafından yapılan son sosyo-ekonomik
sınıf tanımlamasının sekiz senelik geçmişi vardır.
Oysa ki, bu süre
içinde toplumda çok önemli dönüşümler yaşandı. En basitinden o dönem içinde
toplumda 19.800.000 hane varken, bugün bu rakam 24.000.000 haneye yükseldi; o
dönem tüm hanelerin yüzde 8’i tek kişilik hane iken, bugün bu oran tam iki
katına çıktı; o dönemin üniversite mezunu oranı ile bugünün üniversite mezunu
oranı bambaşka düzeylerde, o dönemde hanelerin yüzde 47’si internet erişimine
sahipken bugün bu oran yüzde 88. Bu gerçeklikten yola çıkarak TÜAD şu anda
sosyo-ekonomik sınıfların yeniden tanımlanması ve toplumsal yapıyı güncellemek
için bir çalışma başlatmış bulunuyor.
Dördüncü ve daha
önemli husus, farklı değişkenlerin tüketicileri doğru tanımlamak ve anlamak
için sosyo-ekonomik sınıftan daha iyi işleyen anahtarlar sunabilmesidir.
Siyasi bir
araştırma yapıyorsanız, sosyo-ekonomik sınıflardan ziyade bireyin kendini
tanımladığı sosyal kimlik, yaşadığı coğrafi bölge, şehrin hangi bölgesinde
yaşadığı, etnik kökeni, ana dili gibi değişkenler ve bunların bileşkesi o birey
hakkında çok doğru teşhisler yapmamıza olanak sağlar.
Bir tüketicinin
her hangi bir ürün ya da hizmeti tercih etme ve tüketme nedenini
anlamlandırırken bireyin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik sınıftan ziyade o
tüketicinin ürün / hizmet ile motivasyonlar üzerinden kurduğu ilişkinin
ürettiği bilgi ve içgörüler çok daha zengin olacaktır.
Benzer şekilde
bir çok araştırmada bireyin sosyo-ekonomik sınıfından ziyade o bireyin içinde
bulunduğu hayat evresinin araştırma merkezine konumlandırılması bize yepyeni
pencereler açmaktadır.
Kuşkusuz ki, bir toplumu ya da tüketici kitlesini sosyo-ekonomik sınıf gibi bir değişken ile okumak hem araştırma veren hem de araştırmacı için oldukça kolaylaştırıcı bir yan taşıyor. Çünkü SES tanımlaması özü itibarıyla kolay bir matrisleme çalışması ve hemen herkesin ortak olarak kullanabileceği bir yapıya sahip. Bize ortak bir dil sunuyor. Araştırmada ele aldığımız konuya sosyal ve ekonomik bir pencereden okumak istiyorsak, kuşkusuz ki SES iyi bir anahtar.
Bu nedenle kullanım
kolaylığını bozmadan, onu doğru bir tabana oturtmak için eksik olan ekonomik
boyutu tanımlayabilecek bir çalışma yapmak gerekiyor. Meslek ve eğitim
değişkenleri dışında hanenin satın alma gücünün göstergesi olabilecek tek bir
parametrenin denklem içine yerleştirilmesi gerekiyor. Bu parametrenin de
aslında bir çok adayı bulunuyor. O parametre tanımlanıncaya ve sektör olarak
üzerinde bir uzlaşma sağlayıncaya dek farklı pencerelerden tüketicileri
gözlemek bize daha derin içgörüler katacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder