NÜFUS
Pandemi döneminde
astroloji inanılmaz bir yükseliş yaşıyor. İçinden geçtiğimiz kaos ve
belirsizlik günlerinde herkes geleceğin kendisine neler getireceğini merak
ediyor, olayları zamanın akışına bırakmak yerine her şeyi önceden öğrenmeye
çalışıyor.
Benzer bir öngörme tutkusu
iş dünyası için de geçerli; şirketlerin yanıtlandırmaya çalıştığı sorular
“pandemi sonrasında mevcut tüketici davranışlarının ne yöne evrileceği”,
“ekonomik göstergelerin nasıl bir seyir izleyeceği” gibi önemli sorulara yoğunlaşmış
durumda.
Her disiplin kendi araçlarının
yardımıyla geleceği öngörmeye, kestirmeye çalışıyor. Tüm disiplinler arasında
geleceği öngörme konusunda en keskin, en geçerli tahminlemeleri yapabilen kuşkusuz
ki demografi. Demografi, bir toplumun nüfus yapısını, hareketliliğini ve
dönüşümlerini inceleyen ve geleceğe dair isabetli tahminlemelerde bulunabilen
bir sosyal bilim dalı.
TÜİK geçtiğimiz hafta
2020 nüfus verilerini açıkladı ve Türkiye nüfusunun 84 milyona yaklaştığını
ilan etti. TÜİK’in Türkiye nüfusu ile ilgili değerlendirmeleri ülkenin
hareketli gündemi arasında kaybolup gitti. Oysa ki, bir yıllık bir
değerlendirme bile ülkenin geleceği hakkında önemli mesajlar içeriyordu; bu
konular derinlemesine tartışılabilirdi, gündem yaratabilirdi, olmadı.
2020 Adrese Dayalı Nüfus
Kayıt bilgilerine göre nüfusumuz 459.365 kişi artarak 83.614.362 kişiye ulaştı
ve nüfus artış hızı da 2000’de binde 20, 2018’de binde 14.7 ve 2019’da binde
13.9 iken, geçtiğimiz sene ciddi bir kırılma yaşayarak binde 5.5 oldu. Nüfus
artış hızında benzer bir azalma daha önce 2007 yılında gözlenmişti (binde 5.8).
Nüfus artış hızını
belirleyen üç temel faktör bulunuyor: doğurganlık, ölümler ve net göçler. 2020
yılındaki azalmanın arkasında ekonomik krizin, pandeminin, göçlerde yaşanan durgunluğun ve yabancı
nüfusun azalmasının bulunduğunu söyleyebiliriz.
2020 nüfus verilerinin bize verdiği ikinci mesaj da nüfus yapısındaki değişimin artarak devam etmesi. Geçmişin klasik övünç cümlelerinden “biz genç bir nüfusuz” artık hiçbir geçerliliğe sahip olmayan bir cümle. Aslında bu cümlenin uzun süredir bir geçerliliği yok, ancak dil tembelliğimizden hala bu cümleyi ara sıra kullanabiliyoruz. Oysa ki nüfusumuz hızla yaşlanıyor. Türkiye’de ortanca yaş 2000 yılında 24.8 iken, 2010’da 29.2’ye yükseldi ve 2020’de de 32.7 oldu.
Nüfusun yaşlandığını gösteren
bir başka değer 0-14 yaş grubu (çocuk nüfusu) ile 65 yaş ve üstünün (yaşlı nüfus)
toplam nüfus yapısı içindeki oranları. 2000 yılında nüfusumuzun yüzde 29.8’i
0-14 ve 5.7’si 65 yaş ve üzerinde bulunuyorken, 2010 yılında bu oranlar
sırasıyla yüzde 25.6 ve yüzde 7.2 olarak tespit edilmişti. 2020 yılına
geldiğimizde ise, 0-14 yaş grubu nüfusumuzun yüzde 22.8’ine geriledi ve 65 yaş ve
üstü nüfusun payı da yüzde 9.5’e yükseldi.
Nüfus verilerinin üçüncü
mesajı da 15- 64 yaş grubuna ve bu grubun bakmakla yükümlü olduğu diğer yaş
gruplarının oranına dair. Bu nüfus kesimi aslında ülkenin çalışabilir nüfus
yapısına işaret ediyor. 15 – 64 çalışabilir yaş grubu toplam nüfus içinde 2000
yılında yüzde 64.5 iken, 2010 yılında yüzde 67.2’ye yükseldi ve 2020 yılında da
yüzde 67.7. Bu yaş grubundaki birey başına düşen çocuk ve yaşlı birey sayısını
gösteren toplam yaş bağımlılık oranı düşüş eğilimi gösteriyor. Bu rakam 2000
yılında yüzde 55 iken, 2010’da yüzde 48’e düşmüş ve geçtiğimiz sene yüzde 47
olmuştur. Çalışma yaşındaki nüfus oranının yükselmesi ülkenin önündeki en
önemli problemlerden birisi olan işsizlik konusunun hiç de kısa vadeli bir
sorun olmadığını gösteriyor. Çocuk nüfusunun hızla azalarak çalışabilir nüfusa
geçmesi sorunun derinliğinin altını çiziyor.
2020 nüfus yapısı ile
ilgili açıklanan verilerin bize verdiği başka mesajlar da bulunuyor; kentleşme
oranının yükselmeye devam etmesi, İstanbul nüfusunun onlarca yıl sonra yeniden
azalması gibi. Demografi bize ülke geleceğinin ekonomik, kültürel ve siyasi
yapısı hakkında önemli veriler sunuyor ve içgörüler sağlıyor. Ancak, bugün
üzerinde durduğumuz üç mesajın bile bize verdiği çok sert ve net bir meta mesaj
bulunuyor: Türkiye, zenginleşemeden yaşlanmakta olan bir ülke; önümüzdeki on yıllar
çok zorlu geçecek.
Bu yazı 11 Şubat 2021 tarihinde Gazete Pencere'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder