YABANCI
Bugün ortalama bir
yurttaşa Türkiye’nin en önemli sorunlarının neler olduğunu soracak olursak,
zamlar, hayat pahalılığı, enflasyon, işsizlik, borçlar ya da yaşam koşulları gibi
farklı şekillerde dile getirilse de öncelikli olarak ekonominin gündemin ilk
sırasına taşındığını göreceğiz. Bu sorunlar yumağını dönemsel olarak değişen sıralarda
olsa da adalet, hukuk sistemi ve eğitim konuları izliyor.
Bu değişmez listeye dönem
dönem ve farklı ağırlıklarda olmakla beraber katılan bir başka önemli madde de
ülkemizde bulunan mülteciler, sığınmacılar ve göçmenlerdir. Hukuksal platformda
her biri farklı anlamlar taşıyan bu kavramlar ortalama insanların zihninde karışıyor
ve her biri bir diğerinin yerine rahatlıkla kullanılabiliyor.
Toplumun başta Suriyeli
mülteciler olmak üzere, özellikle son zamanlarda yoğun bir şekilde ülke
topraklarına giren Afgan ya da Pakistanlı göçmenler hakkında ne düşündüğünü
birçok araştırma net bir şekilde göstermiş bulunuyor. Bu araştırmaları burada
yeniden paylaşmaya gerek yok; ancak yapılan tüm araştırmaların özet olarak
söylediği net bir şey var: toplumun çoğunluğu mültecilerin günlük hayatımızı
olumsuz bir şekilde etkilediğine inanıyor ve bu mültecilerin ülkelerine geri
dönmeleri gerektiğini düşünüyor.
Mülteciler toplumsal
gündemimize bundan tam on bir sene önce girdi ve ilk mülteci kafilesi yaklaşık
250 kişiden oluşuyordu. Aradan geçen on bir sene içinde resmi rakamlara göre
ülkemizde kayıt altına alınmış 3 milyon 750 binden fazla Suriyeli mülteci
bulunuyor ve yine yakın dönem raporlarına göre 200 bin Suriye uyruklu kişi de
vatandaşlık kazanmış bulunuyor. Gayri resmi rakamlara bakılacak olursa da ülkemizde
10 milyona yakın farklı statüde ve farklı kökenlerden gelmiş yabancı uyruklu
kişi var. Sonuçta Türkiye dünyada en çok göç alan ülkelerin başında
geliyor.
Bugün mültecilere ve
göçmenlere yönelik olumsuz tutum toplumu sarıp sarmalamış durumda. Olumsuz hava
gün geçtikçe dozunu arttırıyor. Peki, bu anlamda bir milat olan 2011 yılı
öncesi ve sonrası bize neler söylüyor? (1)
Öncelikle ülkemizdeki
yabancıları bir yana koyalım, parçası olduğumuz bu toplum insanların
çoğunluğuna, tanımadıklarına hiç güvenmeyen bir toplum. 1990 yılında bu
toplumun yüzde 88’i başkalarıyla bir ilişki kurarken çok dikkatli olmak
gerektiğine inanırken, bugünkü konumuz için milat olan 2011 yılında bu oran
yine benzer bir düzeyde yer alıyordu (yüzde 83). Aradan geçen onca seneye rağmen
2018 yılında da yine toplumun yüzde 84’ü yabancılara dikkat etmek gerektiğine
inanıyor. Bu durum kendimizle ilgili olarak kabul etmemiz gereken ilk gerçek:
biz insanlara güvenmeyen bir toplumuz ve bu anlamda hiçbir şekilde değişim
geçirmiyoruz.
Toplumda genel olarak
yabancılara karşı güvensizlik hüküm sürerken, yıllar içinde mültecilere ve göçmenlere
yönelik hoşgörünün düştüğünü gözlemlemek de mümkün.
1990 yılında toplumun
yüzde 28’i göçmenleri/ yabancı kökenli işçileri kendisine komşu olarak
istemezken, bu oran mülteci akını başlamadan önce 2011 yılında yüzde 31 olarak
ölçülüyordu. 2018 yılına geldiğimizde ise bu oran yüzde 48’e kadar yükseldi.
Her ne kadar mülteci akınının başlamasından yaklaşık yedi sene sonra göçmenleri
istemeyenlerin oranı toplumun yarısına ulaşsa da, bu akın öncesinde toplumun
üçte birinin yakınında bir göçmen istememesi, onunla aynı fiziki mekânı
paylaşmayı arzu etmemesi son derece dikkat çekici bir gerçek olarak önümüzde
duruyor. Toplumun çok dikkat çeken önemli bir kesimi aslında mülteci akını
öncesinde de bu insanları çok da fazla yakınında görmek istemiyordu. Biz
aslında yabancılara güvenmiyoruz ve çok da yakınımızda olmalarını istemiyoruz. 2021
yılında Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan Türkiye Eğilimleri
Araştırması’nda da toplumun yüzde 57’sinin bir mülteci/ sığınmacı ile komşu
olmak istemediği görülüyor. Oran gün geçtikçe yükseliyor.
Bu yazıda paylaşılan iki
basit ve temel sorgulama konusu bile aslında bu toplumun kendisinden olmayana
ne kadar kapalı ve düşük toleranslı olduğunu net bir şekilde gösteriyor. İşte sırf
bu nedenle bile mülteciler, sığınmacılar ve göçmenler için geliştirilecek
politikalara, bu insanlar üzerine ve bu insanlar üzerinden edilecek sözlere ne
kadar çok dikkat etmek gerektiği son derece aşikâr. Sözlerimizde ve
davranışlarımızda temel pusulamız vicdanımız, evrensel insan hakları ve
değerler olmak zorunda.
---------------
(1) Araştırma bulgularının tamamı Dünya Değerler
Araştırması’ndan alınmıştır. Tüm araştırmalara https://www.worldvaluessurvey.org/wvs.jsp
adresinden ulaşılabilir.
02 Haziran 2022 tarihinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder