YOKSULLUK
Geçtiğimiz senenin sonundan bu yana üzerinde en çok düşünmeye
başladığımız, anlamaya çalıştığımız ve tartıştığımız kavramların başında
yoksulluk ya da yoksullaşma geliyor.
2018 Ağustos’undan bu yana ne olduğu ve özellikle kök nedenleri üzerinde toplum
olarak bir türlü hemfikir olamadığımız ekonomik kriz ne zamanki cepleri
sarsmaya ve sofradan bazı şeylerin kalkmasına neden olmaya başladı, siyasi
tercihlerimizden bağımsız olarak toplumun çok küçük bir kesimi hariç ezici
çoğunluğumuz ülkedeki ekonomik krizin varlığını kabul ettik. Dışarıda uzun bir
süredir var olan kriz evlerden içeri girmiş oldu. Bu farkındalık ve kabulleniş yoksullaşma
sürecindeki birinci adım oldu.
Meselenin ikinci adımda ise yoksullaşma sürecini enflasyon oranının doludizgin
yükselmesi ile birlikte deneyimlemeye başladık. Bu öyle bir deneyimleme ki,
toplumdaki küçük bir azınlık dışındaki hemen hemen herkes bu süreci yaşıyor,
onun bir parçası konumunda. Hepimizin yoksullaşması ayrı bir hikâye anlatıyor
ve yoksullaşma hikâyelerimiz farklı örüntülerin bir parçası.
Yoksullaşma, kimimiz için akşam pazarlarında yerlere atılan meyve ve sebzeleri toplamakken, kimilerimiz için üç harfli marketlerin indirimlerini kovalamak, kimilerimiz için keke üç değil de iki yumurta koymak ya da sofralardan etli yemekleri kaldırmak oldu. Bazılarımız da eskiden ayda iki üç kez dışarıda mükellef bir yemek yiyebiliyorken, artık ayda sadece bir kez bu zevki tadabiliyor. Söylediğim gibi, herkesin yoksullaşma hikayesi ayrı, yoksulluk göstergeleri farklı. Bu süreçte hepimizin ayrı bir miladı var. Ancak dillerdeki cümleler ve sorular ortak: Her şey çok pahalı, artık kendimi çok fakir hissediyorum, hiçbir şeye yetemiyorum ve bu böyle daha ne kadar devam edecek?
Ülkemizdeki yoksullaşmanın en net göstergelerinden birisi TÜRK –İŞ
tarafından yayınlanan açlık ve yoksulluk sınırına ilişkin değerlerdir. Bu
değerlerin dolaşıma girmesi ve daha yoğun bir şekilde kullanılması yoksullaşmanın
görünürlüğünü arttırdı ve konuşulmasına ivme kazandırdı.
Ekonomik krizin başladığı 2018 yılında 1.615 lira olan açlık sınırı ve
5.262 lira olan yoksulluk sınırı bu yılın Ağustos ayında sırasıyla 6.890 ve
22.442 lira olarak açıklandı. Eylül ayına geldiğimizde ise bu rakamlar daha da
yükseldi ve açlık sınırı 7.245 lira ve yoksulluk sınırı da 23.600 lira oldu.
Açlık ve yoksulluk sınırı bir sene içinde yüzde 130 ve sene başından bu yana da
yüzde 77 artış gösterdi.
Yoksullaşma hepimizin hayatını derinden etkiliyor ve günlük rutinlerde
farklı biçimlerde kendisini gösteriyor. Ancak, konuya toplumsal gruplar açısından
yaklaşacak olursak belirli grupların yoksulluk karşısında daha dezavantajlı bir
konumda bulunduklarını net bir şekilde görebiliyoruz: Kadınlar, çocuklar,
gençler, engelliler ve mülteciler/ göçmenler.
Aslında son derece sabit bir listeden söz ediyoruz, yaşanan her ekonomik
ve sosyal çalkantının her daim en dezavantajlı grupları bu toplumsal kesimler. Liste
üç aşağı, beş yukarı hep aynı; değişmiyor. Bu grupların sosyal değişimlerden
etkilenme biçimleri farklılaşıyor.
Bu gruplardan özellikle çocukların yoksullaşmadan nasıl etkilendiği
toplumun en çok dikkatini çeken konuların başında geliyor. İlk akla gelen
örneklerden söz edecek olursak, bugün çocukların beslenme, eğitim hizmetlerine
ve sağlık hizmetlerine erişimlerinde yoksulluktan kaynaklanan ciddi bir
eşitsizlikle karşı karşıya olduklarını biliyoruz. Ülkenin geleceğini de tehdit
eden bu eşitsizlik üzerine kurulu haberler gün geçtikçe sıradanlaşıyor ve haber
akışlarında bazen kendisine yer bile bulamıyor.
Ancak çocukların yoksulluk ile karşılaşmaları sadece bu üç temel konu ile sınırlı kalmıyor. Çocukların akranları ile sosyalleşmesi, oyun oynaması gibi günlük hayatın sıradan parçaları bile yoksulluğun yarattığı kayıplar arasında yer alıyor. Çocukların kent hayatının nimetlerinden faydalanamaması, ek işlerde çalışmak zorunda kalan ebeveynlerin ilgisinden ve hatta sevgisinden yoksun kalmaları, stresli ve umuttan yoksun bir ev ortamını paylaşmak zorunda olmaları, şiddet mağduru olma risklerinin yükselmesi gibi daha birçok konu başlığı çocukların dezavantajlı gruplar içinde sayılmalarının gerekçelerini oluşturuyor.
Tüm bunların ötesinde, toplumca derinlemesine yaşadığımız yoksullaşma ile
ilgili kabul etmemiz gereken çok önemli bir gerçek bulunuyor. Yoksullaşma
sadece bizim sorunumuz değil, yoksullaşma hikâyeleri sadece bu topraklarda boy
vermiyor. Tüm dünya bu gerçekliğin pençesinde, yoksulluk bugün tüm dünyayı
derinden etkiliyor. Her toplum farklı düzeylerde ve farklı göstergelerle bugün
yoksulluğu yaşıyor. Bu gerçek, durumun vahametini daha da derinleştiriyor.
Yoksulluğun global bir gerçeklik kazanmasının çok önemli nedenleri var ve
ülkelere özgü koşullar da bu global nedenlere eklemleniyor.
Sadece bir sağlık sorunu olmayan ve 2020 yılından bu yana dünya
ekonomileri üzerinde yıkıcı bir etki yaratan COVID 19 salgını, Rusya’nın
Ukrayna’ya açtığı savaş, iklim krizinin sonuçlarının daha belirgin hale gelmesi
başta olmak üzere kısa dönemde yaşadığımız majör olaylar ve bunların yarattığı
başta gıda ve enerji krizi gibi gelişmeler yoksulluğun yaygınlaşmasının ve
derinleşmesinin en önemli nedenlerini teşkil ediyor. Bu gelişmelerin yanı sıra,
yerel hükümetlerin ekonomi politikaları her ülkeye özgü olan yoksulluk
pratiklerine şekil veriyor.
Bu global kasırganın uzun soluklu olacağına dair öngörüler işin
uzmanlarının hemfikir olduğu en önemli konulardan bir tanesi. Üstelik tüm
Avrupa’yı çetin bir kış bekliyor ve enerji krizinin bu yoksullaşma sürecini
derinleştirmesi kaçınılmaz görünüyor. Son bir yıl içinde ülkemizde elektrik
fiyatları yüzde 74 ve doğalgaz fiyatları yüzde 53 artarken, Avro Bölgesi’nde de
enerji enflasyonu 41’lere kadar yükseldi. Türkiye’deki enflasyon kuşkusuz ki
Avrupa genelinden son derece yüksek, ancak çift haneli rakamlara yeni ulaşan
enflasyon bile Avrupa nüfusunda belki de on milyonlarca insanının yoksulluk
sınırı altında yaşamasına neden olacak.
Örneğin, halihazırda 14.5 milyon insanın yoksulluk sınırı altında yaşadığı İngiltere’de 2023 yılında 1.3 milyon kişinin daha yoksullar sınıfına dahil olması bekleniyor. Bu kitlenin 1 milyonu sadece önümüzdeki kış aylarında hızlıca yoksullaşacak ve yeni yoksulların üçte birini de çocuklar oluşturacak.
Bugün dünyanın en büyük ekonomilerinden birisi olan Almanya’da 2021 yılı
sonunda nüfusun yaklaşık yüzde 17’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı
2022 Ağustosu’nda açıklanmış bulunuyor. Enflasyonun Eylül ayında çift hanelere
çıkması bu ülkedeki yoksul nüfusun daha da büyümesine kaçınılmaz olarak yol
açacak. Üstelik Almanya’daki her beş çocuktan birisinin içinde bulunduğumuz yıl
içinde yoksullaşması bekleniyor.
Rakamlar can acıtıcı, sürecin uzun sürecek olması son derece sıkıcı. Hem
dünya genelinde hem de ülkemiz ölçeğinde “ne yapmalı” sorusuna verilen cevaplar
bugünün ve önümüzdeki günlerin siyasi tercihlerinde en önemli belirleyici
faktör olacak.
05 Ekim 2022'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder